29 Haziran 2013

Barışı yaşamak, yaşatmak

Konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Eski koalisyonlar çöküyor, dostluklar bitiyor, herkes birbirini “fabrika ayarlarına” dönmekle suçluyor

 
 
Gezi olayları başladığından beri barış süreci üç şekilde gündeme geldi, getirildi: 
 
1. Kürtler Gezi eylemlerine barış süreci zarar gelmesin diye destek vermedi. 
 
2. Gezi eylemleri barış sürecini baltalama amacını taşıyordu. 
 
3. Gezi eylemleri barış sürecini sekteye uğratabilir. 
 
Farklı çevrelerce savunulan bu iddiaların hepsi yanlış. Açıklayalım.
 
Birincisi, Kürtlerin Gezi eylemlerine destek vermediği doğru değil. Eylemler daha kitlesel bir niteliğe bürünmemişken parktaki ağaçları yıkmaya gelen dozerlerin önüne dikilen bir BDP milletvekiliydi. Gezi’de BDP çadırı vardı; gerek bu çadırın yer aldığı alanda, gerekse parkın başka bölgelerinde çeşitli Kürt örgütlerin flamaları ve Öcalan posterleri de asılıydı. İkincisi, evet, BDP, DTK, KCK/Kandil Gezi eylemlerine retorik düzeyde destek verseler de eylemlere kitlesel olarak katılmaktan kaçındılar. Ama bunda şaşılacak bir şey yok. Sadece son aşaması 30 yıl sürmüş ve 40.000’den fazla cana mal olmuş bir savaşın sona erdirilmesi için müzakereler yürütülürken Kürtlerin çekingen davranması, ateşkesin üzerine titremesi son derece doğal ve meşru bir tavır. Hele eylemcilerin içine ulusalcıların da karıştığı, bazı grupların “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan attığı bir ortamda. Şunu da belirtmeden geçmeyelim: Kürtlerin “sahaya inmemesi” gerek Türkiye, gerekse hükümet için bir şanstır. Senelerdir Türkiye’yi bölmeye çalıştığı iddia edilen Kürtler en azından bu süreçte Türkiye’yi bir arada tutmuştur.
 
Gelelim hükümetin ve hükümet yanlılarının Gezi’nin barış sürecini baltalamaya yönelik bir büyük planın parçası olduğu iddiasına. Televizyon kanallarının olaylar yaşanırken penguen belgeseli yayınlamasından bile komplo üreten zihniyet dünyasını ciddiye almak hazin ama birazdan değineceğim başka bir nedenle bağrımıza taş basıp bu iddiayla hesaplaşmamız gerekiyor. Yine sistematik gidelim. Birincisi, barış sürecine başından beri karşı olan ulusalcı gruplar (bu arada muhalefet partileri) ve ülkenin bölünmez bütünlüğünü şiar olarak benimsemiş bazı sözde “sol” örgütler elbette Gezi eylemlerine de sızdılar ve eylemlerin barışı baltalayacak bir yöne evrilmesi için çaba sarfettiler. Hatta ortamı kızıştırmak için eyleme katılan Kürtlere bile saldırdılar. Ama hükümetin ve onun her yaptığına bir bahane üretmeyi görev edinmiş çevrelerin iddia ettiklerinin aksine bunu başaramadılar. Kürtler kışkırtmalara kanmadı, süreçten çekilmedi. İkincisi, eylemlerin başladığı günden beri anlatmaya çalışıyoruz, bir arpa boyu da yol katedemedik ama Gezi, ulusalcı bir kalkışmadan ibaret değil. Hayır, son zamanlarda öne sürdüğünüz gibi Gezi eylemleri “farklı” birkaç aşamadan da oluşmuyor. Ulusalcılar ve muhalefet partileri 31 Mayıs’tan itibaren bu sürece dahil oldular (bu fırsatı kaçıracak değillerdi herhalde), çeşitli şekillerde de eylemlere katılmaya devam ettiler. Bazen öne çıktılar, bazen de geri püskürtüldüler. Üçüncüsü, diyelim bu dahil tüm komplo teorileriniz doğru. Faiz lobisi, CNN, CIA, Twitter, eski dost Soros, penguenler, kısacası Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız olan tüm güçler bir araya geldiler ve barışı baltalamaya çalışıyorlar. Başbakan Erdoğan Kuzey Afrika gezisine çıkmadan önce Habertürk’e verdiği mülakatta muhtemelen 2 dakikadan fazla sürmeyecek bir açıklama yapsa, özür bile dilemeden “polisin müdahalesi soruşturulacaktır; Topçu kışlası için halk oylaması düşünüyoruz; mesaj alınmıştır; tüm vatandaşlarım müsterih olsun” deseydi tüm bu komplolar boşa çıkmış olmayacak mıydı? Ve dördüncüsü. Şu anda Başbakanın elini tutan ne? Olaylar bir şekilde bitmiş; BDP ve Öcalan süreç devam ediyor mesajları vermiş. Sizin o artık kabak tadı veren kaba mizahınızla “emekli liberaller” dediğiniz kesim AKP’yi eleştirmeye devam ediyor, tamam da... Başbakan ne zaman, bırakın liberalleri, kendini eleştirenlere kulak verdi ki? Neden akil insanlarla yaptığı son toplantıda demokrasi paketi hazırlığımız yok; zaten daha geri çekilme de bitmedi türü ifadeler kullandı? Neden basit birkaç adım atarak tüm süreci lehine çevirmiyor? Seçim kampanyası mı diyeceksiniz? E ama bu Başbakanın kişisel tercihi değil mi? Seçim kampanyasını da mı Soros dayatıyor? Hem seçim barıştan daha mı önemli (üstelik AKP’nin seçimleri kaybetmeyeceği ortadayken).
 
Ve gelelim Gezi eylemini destekleyen kesimlerin öne sürdüğü üçüncü iddiaya. Bu iddianın iki farklı versiyonu var. İlki, Gezi’yi doğru okuyamayan, protestoları bastırma yoluna giden bir hükümet barış yapamaz, ki bunu hem ulusalcılar, hem de AKP’nin son dönemdeki katı ve uzlaşmaz tutumunu eleştiren daha geniş ve son derece heterojen bir kesim savunuyor. İkincisi ise Murat Belge’nin akil insanların Başbakanla yapacağı son toplantıya katılmama nedenlerini anlattığı yazısında da ifade bulan Kürt sorunu toplumsal barışın zarar gördüğü bir iklimde çözülemez iddiası. Bu iki iddiada da bir ölçüde doğruluk payı var. AKP’nin, özellikle de Başbakan Erdoğan’ın Gezi süresince sergilediği performansın toplumda genel bir hayalkırıklığı ve öfke yarattığı yadsınamaz. Öte yandan eylemler sırasında sergilenen bazı tavırların hükümete yakın çevrelerde benzer bir tepkiye yol açtığını, hatta geçmişten gelen bazı korku ve endişeleri canlandırdığını da biliyoruz. Bu da bizi “genel iklime” getiriyor. Uzun yıllardır benzerini yaşamadığımız bir yarılma ve kutuplaşma sarmalına gömülmüş durumdayız.
 
Konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Eski koalisyonlar çöküyor, dostluklar bitiyor, herkes birbirini “fabrika ayarlarına” dönmekle suçluyor. 
 
Özetle, evet, Gezi ve barış süreci birbirinden ayrılamaz. Ama bu, barıştan vazgeçmemiz gerektiği ya da barışı bu iklimde kuramayacağımız anlamına gelmiyor. Tam tersine. Barış, bu iklimden çıkışın tek yolu. Kürt sorununun çözümü toplumsal barışın sağlanmasında bir aşama, hem de çok önemli bir aşama. Bu yüzden de barışa eskisinden de çok sahip çıkmalıyız. “Barış istemiyorlar” bağırış çağırışlarına kulağımızı tıkamalı, barışı onlardan çok istediğimizi göstermeliyiz. Müzakere masasında oturanlara kaçma fırsatı tanımamalı, gerekli adımları atmaları için baskı yapmalıyız. 
 
Ve dikkatli olmalıyız, çok dikkatli olmalıyız. AKP hükümeti – hangi nedenle olursa olsun – bu süreci başlatarak büyük bir risk aldı. Bu çerçevede BDP/PKK üzerine düşeni yaptı, yapmaya da devam ediyor. Hükümet ise yavaştan alıyor. Kozmetik birkaç adımla kamuoyunu oyalıyor, demokratikleşme adımları içeren ikinci aşamaya geçmeyi erteliyor. Bu süreçte yukarıda tartıştığım “Gezi barışı baltalamak için yapıldı” iddiası da hükümete yakın çevreler tarafından oya gibi işleniyor, yayılıyor. Bu noktada barışı gerçekten isteyenlere büyük sorumluluk düşüyor. “Aslında hükümet barışı hiç istemiyordu, Gezi olaylarını da bu yüzden kışkırttı” demek işin kolayı. Ki bu aynı zamanda artık bir endüstriye dönüşmüş olan komplo piyasasının tuzağına düşmek anlamına da geliyor.
 
Yapılması gerekense çok basit. Her koşulda, her fırsatta haykırmak: “Biz barışı istiyoruz, ya siz?”
 

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.